Ünlü oyuncu hikayesini anlattı: Bir milli piyango biletiyle hayatım değişti!

“Üç Kız Kardeş” dizisi final yaptıktan sonra siz de yeni hikayelere yelken açtınız. Bu yıl tiyatro ya da televizyonda yeni projeleriniz var mı?

– “Üç Kız Kardeş” hem hikayesi hem senaryosu hem de güçlü kadrosuyla başarılı üç sezona imza attı. Televizyon projeleri için yeni yeni görüşmelere başladım.

Umarım “Üç Kız Kardeş”te aldığım hazza yakın bir hikayeye denk gelirim. Bu yıl sadece televizyona iş yapmak istiyorum. 30 sene sonra ilk defa keyfi olarak “Bu sene tiyatro yapmayacağım” dedim. Bunu dediğime de hâlâ şaşkınım.

Mola mı vermek istediniz?

– Mola da denebilir tabii. Bazen “Tiyatro mu televizyon mu” diye sorarlar ama cevabım hiç değişmez, “Her zaman tiyatro.” 6 sene boyunca yaşı benden hayli genç olan bir karakteri oynadım. Bu süreç biraz yorucu oldu. İçimdeki bir ses, enstrümanım olan sesim, fiziğim ve zihnimi biraz dinlendirmem gerektiğini söyledi. Bir dizide oynamakla tiyatro yapmak arasında çok büyük farklar yok, sonuçta ikisi de oyunculuk. Sadece çalışma yöntemleri birbirinden farklı.

Tiyatroyu daha yorucu, daha fiziksel ve daha ruhsal efor sarf ettiğin bir yer olarak bulurum. Ama verdiği haz daha yüksektir.

Televizyonda ise senaryo bir gün önce elinize ulaşabilir. Çıkarttığınız rolden hiç memnun kalmadan seyircinin önüne atılırsınız. Hesabı daha az yapılmış ama doğruyu bulana kadar 30 tekrar da olsa yönetmenin insafına kalırsınız.

Tiyatro başkadır. Orada da yönetmen vardır ama rol size emanettir. Siz mükemmeli bulana kadar rolü didikler ve bütün inceliklerini oya gibi işlersiniz. Doğru bulduklarını duygu hafızasına depolar kapıyı kilitlersiniz.

O yüzden de televizyondan daha zordur. İşin çünkü psikolojik tarafı da devreye girer. Televizyonda da fiziksel olarak çok yorulur ve yıpranırsınız.

Fakat bu sene ikisini birden götüremeyeceğim duygusuna kapıldım. Biraz da zor olanı kısa bir süreliğine durdurma şımarıklığına sığındım.

ŞİMDİKİ JENERASYON ŞÖHRET VE ZENGİNLİK İÇİN YOLA ÇIKIYOR

Siz televizyon oyunculuğuna biraz geç başladınız. Bunun özel bir sebebi var mı?

– Hayatım boyunca sadece tiyatro yaparak mutlu olabileceğimi sandım. Ki aslında mutsuz olduğum da söylenemez. Ekonomik koşullar zorlamasaydı ya da tiyatro seyircisinin çehresi ya da beklentisi değişmeseydi… Maalesef değerli olanla popüler olan karıştırılıyor.

Eskiden yazarına, yönetmenine oyuncusuna göre seçimler yapan seyirci, şimdi oyuncunun şöhretine göre biletini alıyor. Doğal olarak ayakta kalmak için siz de bu yozlaşmaya ayak uyduruyorsunuz, en azından bir süreliğine.

Bizim jenerasyon tiyatro oyuncusu olmak için yola çıktı. Aç kalma ihtimalimiz olduğunu, kiramızı denkleştiremeyeceğimizi ama gene de yaptığımızın sanat olacağını bilirdik.

Şimdiki jenerasyon televizyon oyuncusu olmak için yola çıkıyor. Çok zengin olacağını, büyük şöhrete kavuşacağını, arkasından kameraların koşacağını sanıyor. Bu yüzden çok mutsuzlar bizim tersimize.

Setlerde hiç sorun yaşadığınız başrol oyuncusu oldu mu? Sette uyumu nasıl yakalıyorsunuz?

– Uzun vadeli işlerde bunun sağlıklı cevabını verebilirsiniz. 10-20 bölüm çektiğin işte el yordamıyla ilerlersiniz. Birbirinizi tanımanız da süreç işidir. Bazen oraya gelemeden iş biter. Uzun vadeli işlerime baktığımda gerçekten söyleyebilirim ki her oyuncuyla ortak bir dil kurabildim.

Bir biçimde o işin parçası olmayı sevdik, biraz fazla uzadığını düşünen oyuncular bile en azından benim yanımda çok sorun çıkaramadı.

Hepsi ruh hastası olduğumu, çok çalıştığımı, kendi yakınım çekilmediği zaman bile ona oyun vermek için çabaladığımı görünce ve elbette çemkirme potansiyelimi de göz önünde bulundurunca mecburi bir uyum yakalıyoruz.

BİR PİYANGO BİLETİYLE HAYATIM DEĞİŞTİ

Oyunculuk maceranızda aldığınız bir milli piyango biletinin çok önemi var. Onun hikayesi nedir?

Bir şeyi çok istiyor ve bunun için yeterince mücadele ediyorsan bir güç size destek verir. Babamız bize her sene sadece yılbaşı akşamları milli piyango bileti alırdı. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı, Tiyatro Bölümü’nün sınavına girecektim ve kimse istemiyordu.

Ben de kimseye muhtaç olmadan o sınava gireceğimi söyledim. Ufak tefek işler yapmaya çalışıyordum ama istediğim parayı kenara koyamıyordum. Bir gün milli piyangocudan bir çeyrek bilet alıp okuduğum kitabın arasına koydum.

Gerçekten beni sınava götürüp getirecek paranın çıkacağına inanıp sonsuz bir güvenle dolaştım günlerce. Nitekim öyle de oldu ve ikramiye çıktı. Kimseye boyun eğmeden girdiğim sınavı kazandım. Bingöl otobüsünden indiğimde neredeyse hiç param kalmamıştı ama kendime bir gelecek hazırlamıştım.

Aileniz bu mesleği yapmanızı hiç istememiş. Siz de hiç “Keşke bu işi yapmasaydım” dediniz mi?

– Asla! Ben o şanslı azınlıktanım, yaptığı işi sonsuz sevenlerden.

Ailenize kırgınlığınız oldu mu hiç?

– Olmadı tabii ki. Oyunculuk popüler bir meslek değildi o zamanlar. İzmir’den gelen arkadaşım bile ailesini zor ikna etmişti. Kaldı ki ben bir de Bingöl’den gelmiştim.

Annemin beni caydırmak için kullandığı yöntemler bile çok eğlenceliydi. Dünyanın muskasını içirdi bana, sözüm ona çaktırmadan okunmuş çer-çöp üstünden atlattı.

Babam enteresan bir Bingöllüydü. İlkokul mezunuydu ve çok okurdu. İlhan Selçuk, Uğur Mumcu hatta Yavuz Donat’ı da bana sesli okutur, yorumlar yapardı. Ben de anlıyormuşum gibi yapıp kafa sallardım.

Bir biçimde bana muhakeme yeteneği aşılamış farkında olmadan. Benimle ilgili bir karar alınacağı zaman “Sen bilirsin, benden daha çok okudun” derdi.

Bence bu yüzden yaşıtlarımdan önce ayaklarım yere bastı. Hep söylerim bir kadın, hayatta tek başına kalabiliyorsa arkasında onu çok seven ve güvenen bir babası olduğu içindir. Elbette diğer ebeveyn ilişkileri de çok kıymetlidir ama bir feminist olarak benim için en önemlisi baba-kız arasında kurulan dünyadır.

MAHİR MESLEKİ OLARAK DANIŞTIĞIM BİR ARKADAŞIM

Eşiniz Mahir İpek’ten boşandınız…

– Mahir şahane bir baba. Mahir hâlâ 2-3 günde bir konuştuğum, sadece oğlanla ilgili değil, benden daha deneyimli olduğu için mesleki olarak da danıştığım bir arkadaşım. Birçok uzun vadeli evlilik gibi bizimki de yıpranmıştı. Uzatmanın bir anlamı yoktu. Yoksa hâlâ ailesini ailem kabul ederim. Bunun için zorla bir evliliği sürdürmeye gerek yok.

Eğer boşanan bir çiftin çocuğu travma geçiriyorsa taraflardan en az biri çocuğu suistimal ettiği içindir. Bir arkadaşım yıllarca babasından ayrıldığı için annesini suçlamış, kadından nefret etmişti. Yıllar sonra annesiyle yakınlaşınca durumu çözmüştü. Çünkü baba, çocuğunun yanında ağlamıştı.

Oğlumuzun yanında bir kez bile sesimizi yükseltmedik. 13 yaşındaydı, “Siz birlikte uyumuyorsunuz. Bir yerde okumuştum, böyle çiftler boşanıyormuş. Boşanın, ben üzülürüm ama alışırım” dedi.

Çocuklar en çok kendilerini merak ederler bu durumda, onlara ne olacağını. Aynı akşam 2 senedir ayrı olduğumuzu, babasının bir evi olduğunu, bazen üşenip salondaki koltukta uyuduğunu ama çoğunlukla kendisi uyuduktan sonra evine gittiğini öğrendi.

Duruma hemen entegre oldu. Şimdi 21 yaşında ve hiç zorlanmadığını söyledi.

 ADALET DUYGUM GEREĞİNDEN FAZLA 

– Sizi en çok ne üzer ve ne sevindirir?

– Bu karşımdaki kişiye göre değişir aslında. Ama genelde kolay ve küçük şeylerden mutlu olan biriyim. Pozitif gören ve düşünen bir insanım. Bütün aksiliğime rağmen, kesinlikle eğlenceli, gülmeye teşne bir ev arkadaşıyım. Bir de benim adalet duygum gereğinden fazla. Bana yapılan haksızlığı tolere edebilirim ama başkasına yapılınca bir pantere dönebiliyorum. Tehlikeli olabileceğimi o zaman düşünüyorum. Adalet herkes için elzemdir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir